
TÜRK YAZIN VE DÜŞÜNCE TARİHİNDE ÜTOPYA*
ARSLAN KAYNARDAĞ
Ünlü düşünür Thomas More İngiliz toplumunu eleştirmek için l644'te Ütopya adında bir kitap yazdı. Bir ada ve orada yaşayan insanları hayal ediyordu. Bu mutlu toplumun temel özelliği eşitlikti. Herkes doğanın nimetlerinden, emeğin ürünlerinden eşit pay alıyordu.
Yunanca'dan türetilen "ütopya", iyi ülke anlamına geldiği gibi, "yok ülke" anlamına da gelmektedir, Yazar böylece tasarladığı olağanüstü toplumun gerçek değil, düş olduğunu anlatmak istemişti.
ARSLAN KAYNARDAĞ
Ünlü düşünür Thomas More İngiliz toplumunu eleştirmek için l644'te Ütopya adında bir kitap yazdı. Bir ada ve orada yaşayan insanları hayal ediyordu. Bu mutlu toplumun temel özelliği eşitlikti. Herkes doğanın nimetlerinden, emeğin ürünlerinden eşit pay alıyordu.
Yunanca'dan türetilen "ütopya", iyi ülke anlamına geldiği gibi, "yok ülke" anlamına da gelmektedir, Yazar böylece tasarladığı olağanüstü toplumun gerçek değil, düş olduğunu anlatmak istemişti.
Ütopya türüne giren yapıtlarda, eşitlik kadar bilime, bilimin sağladığı ilerlemeye de önem verilir. Bu nedenle 19. yüzyılda gördüğümüz örneklerde "ütopya" ve "bilimkurgu" özellikleri iç içe girmeye başlar.
Çeşitli zamanlarda yazılmış ütopya kitaplarının temel özellikleri, bir düş toplumundan söz etmeleri, günün toplumunu eleştirmeleri, eşitliği ve özgürlüğü savunmalarıdır. Bunlar, başta bilim ve ilerleme olmak üzere, halkın kimi toplumsal özlemlerini çarpıcı biçimde dile getirirler.
Eleştiri ağırlıklı ütopya kitapları toplumların bunalım dönemlerinde ortaya çıkmaktadır, Bilim ve teknikte büyük ilerlemeler olduğu zamanlarda bu kitapların bilimkurgu niteliği kazandığı görülür.
Ütopyalar çoğunlukla, ilerde kurulabilecek toplum modelleri önerirler. "Geçmişin altın çağlarında kalan yaşam biçimlerini" önerenler de vardır.
Bu tür yapıtlar bizde ancak Tanzimat döneminde yazılabilmiştir. Batı yazınında yapılan ilk çevirilerin ütopya olması da ilgimizi çekmektedir, Örneğin, l862'de Fenelon'dan çevrilen Telemak böyle bir yapıttır.
Fenelon l699'da Telemak’ı yazarken politik bir amacı vardı. Bu kitap aracılığı ile, hocası olduğu prense, insan sevgisi, halk sevgisi, savaş ve zorbalıktan nefret gibi duygu ve düşünceleri aşılamak istiyordu, düşüncelerini kitapta, Salente adında bir adada yaşayan düşsel bir toplumu betimleyerek anlattı. O toplumda zorba yönetim yoktu, lüks yasaklanmıştı, mutluluğu herkes paylaşıyordu.
Kitaptaki yaşam biçimi ve eleştiri Türk toplumunda büyük ilgi uyandırdı. Öyle ki, kısa sürede. iki çeviri daha yapıldı. Hatta Tanzir-i Telemak adında bir kitap yazılarak, kitabın aslındaki temalar Osmanlı toplumuna uygulanmak istendi. Karşı bir ütopya oluşturuluyor, hem padişah zorbalığı, hem de Batılılaşma eleştiriliyordu.1
Ütopya türüne girebilecek yapıtlar arka arkaya çevrildi. Robenson Crıızoe 1864'te, Güliver’in Seyabatleri l872'de, Jules Verne'den ilk çeviri 1890'da yayınlandı.
Bu türün getirdiği eleştiri ve bilim hayranlığı Tanzimat yazarlarının dikkatini çekti. Onlar da eleştirilerinde ütopyadan yararlandılar. Bu tür yapıtları "rüya" başlığı altında kaleme aldılar.
Ziya Paşa l869'da Hürriyet gazetesinde yayınladığı yazıda, Londra'da bir parkta gördüğü rüyayı anlatır. Rüya'sında, dönemin padişahı olan Sultan Aziz'e, yönetimin bozukluğundan, Sadrazam'ın yolsuzluklarından yakınır. Çare olarak millet meclisi kurulmasını önerir, Öneriyi kabul eden sultan, sadrazamı azleder.
Rüya devam ederken, park bekçileri gelirler, Ziya Paşa'yı uyandırırlar, o da gördüklerinin rüya olduğunu anlar.
Namık Kemal'in l872'de Boğaziçi'nde gördüğü rüya'da "ütopya" özelliği daha belirgindir:
Özgürlük perisi zincire vurulmuştur. Halkı vatan yolunda özveriye çağırmaktadır. Baskıya karşı ayaklandırmak için coşturucu şeyler söylemektedir. Tembel ve uyuşuk olanları eleştirmekte, bir an önce harekete geçilmesini, bilim ve teknikten yararlanılarak yepyeni bir toplum kurulmasını istemektedir.
Namık Kemal kitabında, özlediği bilim ve hukuk toplumunu çarpıcı hiçimde betimler. Devletin talih bayrağının özgürlük eliyle yükseleceğini söyler.
Bir başka ütopya örneği Abdullah Cevdet'in Mahkeme-i Küibra'sıdır. 1895’de kaleme alınan bu rüya'da, Ayasofya Camii'nde büyük bir mahkeme kurulur. II. Abdülhamit, öteki padişahların ve devlet adamlarının önünde İslam peygamberi tarafından sorgulanıp yargılanır. İdama mahkum edilir.
Seıvet-i Fünun yazınının ise ütopya ile değişik bir ilgisi olduğu söylenebilir. Burada ilk gördüğümüz ütopya bir kitap değil, belli başlı yazarların giriştikleri, ama gerçekleştiremedikleri bir kaçış eylemidir. Tevfık Fikret ve arkadaşları, yeni bir yaşam, özgür bir toplum özlemi içindedirler. İstanbul'da bunalmışlardır. Başka ülkelere gitmeyi düşünürler.
Hüseyin Cahit Yalçın bu göç isteğini anılarında şöyle anlatıyor.2
Yeni Zelanda adalarına hep birlikte göç edilecekti. Konuyu ortaya Tevfik Fikret attı, kim duyduysa kabul etti. Esat Paşa3 yolculuk için gerekli parayı bulacağını söylüyordu. Uzun süre başlıca düşümüz, bu yolculuk oldu. Ancak, bir noktada Fikret'le anlaşamıyordum. O, Yeni Zelanda'da kalmak, hiç dönmemek düşüncesindeydi. Ben, Abdülhamit ölür de ülkede meşrutiyet olursa dönerim diyordum. Fikret bunu oyunbozanlık sayarak kızıyordu. "Hele o zaman gelsin, düşünürüz" diyerek anlaşmazlığın çözümünü ileriye bıraktık.
Düşüncemiz, doğmadan ölen bir çocuk gibi sonuçsuz kaldı. Çünkü para bulamadık. Bununla beraber, İstanbul'dan uzaklaşmak bizde bir çeşit değişmez istek olmuştu. Hafiyelerle, sansürcülerle, sürgünler ve baskınlarla çevrili bir ortam içinde rahat bir dakika geçirmek pek zordu. Bu derdin çaresini Hüseyin Kâzım4 buldu. Manisa dolaylarındaki bir köyde toprağı varmış. Orada güzel ve çamlık bir tepe üzerinde bir köşk yaparak çiftçilikle yaşayacaktık. Fikret, Hüseyin Kazım ve ben aile1erimizle gidecektik.
Fikret bu düşle tutuştu. Kaleme sarıldı, güzel bir köşk planı çizdi, odaları nasıl döşeyeceğimizi bile kararlaştırmıştı.
Benim köyü gidip görmeme karar verildi. Oraya gidecek, yerleşme konusundaki düşüncelerimi söyleyecektim. Serüven dolu bir yolculuktan sonra köye vardım. Çamlık tepesindeki yaşama hayran olarak İstanbul'a döndüm. Artık her şey tamamdı. Hüseyin Kâzım verdiği sözü tutmaya hazırdı. Ama biz yine de İstanbul'da kaldık. Tevfik Fikret kim bilir ne gibi bir düşünce ile niyetinden vazgeçmişti. Oysa, "Gel ey sevgili haberci..."5 diye şiirler söylemiş, sabırsızlıkla geri dönmemi beklemişti. Girişimden vazgeçince de üzülmüştü. Rubab-ı Şikeste'deki Yeşil Yurt başlıklı şiir bu köyün özlemiyle ilgilidir.
Mersiye şiirinde ise, o köyün çamları altında geçecek günlerin kendileri için son umut olduğunu söyler, gidemeyişin acını dile getirir.
Böyle bir düş ülkesi, orada birlikte geçirilecek günler, Hüseyin Cahit'in kafasını uzun süre meşgul etmiştir. Tam anlamıyla bir ütopya olan Hayat-ı Mııbayyel öyküsünü bu düşünce ile yazdığı belli olmaktadır.
Öyküde, bir köye yerleşen aydınlar ideal bir toplum kurmaya girişirler. Her şeyin ortaklaşa üretildiği, mülkiyet ve para düşüncesinin olmadığı bu köydeki yaşam bir komüne çok benzemektedir.6 Lüksten, gösterişten kaçılır. Hizmetçi yoktur, çünkü herkes birbirinin hizmetçisidir. Çalışmak okumak, sanatla ilgilenmek ve eski toplumun kötülüklerinden arınmış yepyeni bir kuşak yetiştirme isteği insanları mutlu kılar.
Öykü 1897'de yazılmıştır. Hüseyin Cahit Yalçın'ın bu yıllarda, yeni toplum düzeni ve yeni insanlık düşüncelerine ilgi duyduğunu, hatta, kendi deyimiyle sosyalist, komünist olduğunu7 biliyoruz. Bu düşüncelerin kaynağı, onun çok sonraları yazdığı bir yazıda belirtilir.8
"Gizli gizli okuduğumuz Utopie, Cite du Soleil gibi eserler, ruhlarımızda, 'senin', 'benim' düşünceleri olmadan kardeş gibi, hakiki bir insan gibi, bir arada yaşamak ve temiz bir toplum oluşturmak isteğini uyandırmıştı.”
Ziya Gökalp'de de ütopya vardır ve ideoloji ile karışmaktadır. Onun kimi yazılarında en büyük ülkü olarak düşündüğü "Turan" ve "Kızıl elma" aynı zamanda hayal ülkeleri idi.
Yazınımızda gördüğümüz ütopyalar bu kadarla bitmiyor. Ben burada yalnız, Cumhuiyet'ten öncesine değindim. Ahmet Ağaoğlu, Refik Halit, Yakup Kadri, Ahmet Haşim gibi yazarlarımızda da "ütopya" vardır. Bunlar ilerde başka bir yazının konusu olacaktır.
Notlar
1 Mehmet Kaplan, Tanzir-i Telemak, Türk Dili ve Edebitayı dergisi, Cilt III, Sayı 1-2.
2 Hüseyin Cahit Yalçın, Edebiyat Anıları, 1976, sayfa 114.
3 Esat Paşa o dönemin ünlü göz doktorudur. Yazın çevresiyle yakınlığı vardır.
4 Hüsyein Kâzım (Kadri), yazar ve dilbilgini, önemli yapıtı Büyük Türk Lügatı’dır.
5 Rübab-ı Şikeste, Berid-i Ümmid (Ümit Habercisi) başlıklı şiir.
6 Bak: Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahitîn Hayatı ve Edebi Eserleri, 1981, Sayfa 80.
7 Bak: A.g.y.
8 Bak: A.g.y.
1 Mehmet Kaplan, Tanzir-i Telemak, Türk Dili ve Edebitayı dergisi, Cilt III, Sayı 1-2.
2 Hüseyin Cahit Yalçın, Edebiyat Anıları, 1976, sayfa 114.
3 Esat Paşa o dönemin ünlü göz doktorudur. Yazın çevresiyle yakınlığı vardır.
4 Hüsyein Kâzım (Kadri), yazar ve dilbilgini, önemli yapıtı Büyük Türk Lügatı’dır.
5 Rübab-ı Şikeste, Berid-i Ümmid (Ümit Habercisi) başlıklı şiir.
6 Bak: Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahitîn Hayatı ve Edebi Eserleri, 1981, Sayfa 80.
7 Bak: A.g.y.
8 Bak: A.g.y.
Yorumlar