Ana içeriğe atla

Felsefe bilim ve ahlak üzerine

FELSEFE, BİLİM VE AHLAK OLMADAN TOPLUM OLMAZ



Arslan Kaynardağ



12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinden sonra toplum büyük bir yozlaşma içine girdi. Bozulma daha önce de vardı, ama böylesine artış göstermemişti.
Rahatsızlığa çare diye öne sürülen dinsel öğretim, aydınlanmanın, bilimin karşısında yer aldı. Bireyle Tanrı arasında kalması gereken din, zorlamaya, şiddete yönelen, sevgiden uzak bir ideoloji görünümüyle karşımıza çıktı.



Her alanda görülen bozulma ve yozlaşma gittikçe hızlandı. Evrensel felsefe ve hukukun insanı yücelten değerlerine ulaşılamadığı gibi, geleneksel ahlakın olumlu ve güzel yönleri de yok olmaya başladı.

Kar ve çıkar hırsından başka şeye söz hakkı tanımayan, iyi ve güzel bütün değerleri yadsıyan kötü bir liberalizm uygulaması, insansal olanla birlikte uygarlık ürünlerini de yok etmeye girişti. Vatan bilincine, tarih bilincine, dil bilincine yer verilmez oldu.
Bu durumda yapılacak iş; felsefe, bilim ve etik’e başvurmak olmalıdır.


Olayları yöntemli bir düşünce ile sorgulamaya, kavramlara açıklık getirmeye felsefe diyoruz. İyi ve iyilik kavramları üzerinde düşünmek bizi ‘ahlak felsefesi’ne götürüyor.
Deneysel yöntemlere ve gerçek verilere dayanarak yasalar ortaya koymaya çalışan düzenli bilgiye ise bilim adını veriyoruz. Bilimsel bilgi, aklın süzgecinden geçen deneyimlerin ürünlerinden oluşuyor.



Bilim, doğa ile ilişkilerimize rahatlık getirdiği gibi, insanlar arasındaki ilişkilere, toplum olaylarına, akla uygun bir yön vermeyi de öğretiyor. Planlama kavramını gündeme getiriyor.
Bugün toplumumuza karmaşa (kaos) egemendir. Felsefe, etik ve bilim, karmaşadan düzenli topluma geçmek için bir an önce devreye girmelidir. Doğru dürüst yönetim, hukuk, böyle sağlanır.


Bilimin hemen arkasından, bir bakıma onun uzantısı olarak teknik gelmektedir. Teknik, insanlığa yararlı olduğu gibi zararlı da olabilir. Zararlı oluşunun en çarpıcı örnekleri savaş ve iletişim araçlarında görülmektedir.
İnsan kimi zaman melek kadar iyi, kimi zaman canavar kadar kötü olabildiğinden; teknik, onun elinde canavarlaşabilmektedir.
Tekniğin, teknolojinin bireye ve topluma zarar verecek yola girmesi, felsefe ve etikle önlenebilecektir.



Toplumlardaki bilinçli ya da bilinçsiz insan düşmanlığına son vermek için, insan haklarını, insan değerlerini, erdemi savunan ahlaktan (etikten) başka dayanağımız yoktur.
Türkiye, çeşitli evrelerden geçerek bugünlere geldi. Arkamızda bir tarih, önümüzde bir gelecek var. Tarihimizi felsefe ve bilimle yorumlamak, geleceğimizi felsefe ve bilimle yapmak zorundayız. ‘Tanzimat’ın, ‘Meşrutiyet’in ve ‘Cumhuriyet’in bize öğrettiği çok şey var.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bağımsız Türkiye kurulunca, bütün olumsuz koşullara karşın felsefe, ahlak ve bilimin öncülüğünde hareket edilmiştir. Böyle olduğun için ekonomide, eğitimde, iç ve dış siyasette başarı kazanılmıştır.



Bugün daha iyi durumda olmamız gerekirken olamıyoruz. Doğrularımız, iyilerimiz azalıyor, yanlışlarımız, kötülerimiz çoğalıyor. Bunun nedeni felsefeye, ahlaka, bilime, bilimsel düşünceye gereken önemin verilmemesidir. Başta sosyal bilimler olmak üzere bütün bilimler, kendilerinden yararlanmamızı bekliyor.


Demokrasi, eğitim demektir, eğitilmişliği gerektirir. Eğitimin temel direkleri felsefe, ahlak ve bilimdir. Böyle olmazsa demokrasi halkı sömürmek ve aldatmak için üretilen birtakım laflardan öteye geçemez.

1994



Not: Bu yazı ÖZNE derigisinin 9. sayısından alınmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk yazın ve düşünce tarihinde ütopya

TÜRK YAZIN VE DÜŞÜNCE TARİHİNDE ÜTOPYA * ARSLAN KAYNARDAĞ Ünlü düşünür Thomas More İngiliz toplumunu eleştirmek için l644'te Ütopya adında bir kitap yazdı. Bir ada ve orada yaşayan insanları hayal edi­yordu. Bu mutlu toplumun temel özelliği eşitlik­ti. Herkes doğanın nimetlerinden, emeğin ürün­lerinden eşit pay alıyordu. Yunanca'dan türetilen "ütopya", iyi ülke anlamına geldiği gibi, "yok ülke" anlamına da gelmektedir, Yazar böylece ta­sarladığı olağanüstü toplumun gerçek değil, düş olduğunu anlatmak istemişti. Ütopya türüne giren yapıtlarda, eşitlik kadar bilime, bili­min sağladığı ilerlemeye de önem verilir. Bu nedenle 19. yüz­yılda gördüğümüz örneklerde "ütopya" ve "bilimkurgu" özel­likleri iç içe girmeye başlar. Çeşitli zamanlarda yazılmış ütopya kitaplarının temel özellikleri, bir düş toplumundan söz etmeleri, günün toplu­munu eleştirmeleri, eşitliği ve özgürlüğü savunmalarıdır. Bunlar, başta bilim ve ilerleme olmak üzere, halkın kim

Uğur Pişmanlık'ın yazısı: Felsefenin Dingin Sesi

FELSEFENİN DİNGİN SESİ: ARSLAN KAYNARDAĞ Uğur Pişmanlık Bir İsim: İlk Okuma… Felsefeye ilgi duymaktan öte, siyaset ile tanıştığım ilk gençlik yıllarında, siyaset yapmanın ve bir o kadar da dünyayı anlamanın bir yolu olarak felsefenin önemini öğrenmiştik. Özellikle sosyalist siyaset yapmak demek, sadece siyaset yapmak demek değil, siyaset yapmanın tarih, ekonomi, edebiyat ve felsefe bilmek anlamına geldiğini öğrenmiştim. Marx-Engel-Lenin ile Aristoteles, Platon, Sokrates gibi tanıdığımız isimler dışında Orhan Hançerlioğlu, Georges Politseire gibi o zaman ilk bildiğimiz isimlerdi. Bu alanda başka düşünürleri tanımak ise, okudukça ve araştırdıkça karşımıza çıkacaktı. Öyle de oldu ve okudukça Nermi Uygur’u, Aziz Çalışlar’ı, Afşar Timuçin’i ve Arslan Kaynardağ’ı tandık. Arslan Kaynardağ’ı ilk kez 1985-1991 yılları arasında “d” Yayınlarının çıkarttığı Felsefe Dergisi’ndeki yazılarıyla tanıdım. O yıllarda ben Felsefe Dergisi’nin Tarsus temsilcisi gibi çalışıyordum. Bana derginin her yeni sayı
Elif Kitabevinde... Doğan HIZLAN dhizlan@hurriyet.com.tr Felsefeyi seven ve sevdiren adam ÜNİVERSİTE yıllarımın unutamadığım kişiliklerinden biri de ebediyete uğurladığımız felsefeci Arslan Kaynardağ’dır (1923-2008). O da bildiklerini, inandıklarını söyleyen, yazan, bunun bedelini de yakınmadan ödeyen kuşaktandı.Ben tanıdığımda, Sahaflar Çarşısı’nda bir kitap sergisi vardı, yanlış anımsamıyorsam büyük bir masa üstünde kitapları sergilerdi. Sonraları bir dükkán kiraladı, Elif Kitabevi’ni açtı. Yaşamının ayrıntısını Zuhal Köseoğlu’nun Bir Felsefe Áşığıyla Candan Bir Söyleşisi’nde bulabilirsiniz.Ben okuduklarımın bir bölümünü kütüphaneci dostlarıma, bir bölümünü de iyi, bilgili kitapçılara borçluyum. Arslan Kaynardağ, bu tür bir kitapçıydı. Ama o yazardı. Gittiğimizde bize kitap tavsiye eder, neyi niçin okumamız gerektiği konusunda bizi aydınlatırdı. Ondan aldığım ilk kitap, Will Durant’ın The Story of Philosophy’siydi. Bir yılbaşı gecesini o kitabın bana