Ana içeriğe atla

1. ölüm Yıldönönümü için

ARSLAN KAYNARDAĞ’I HATIRLAMAK

Mustafa Günay
·


“Felsefeyi felsefe olarak kendi bağımsız alanında geliştirdiğimiz gibi, onu eğitim, kültür ve politikanın başlıca yol göstericisi durumuna da getirmeliyiz.”
Arslan Kaynardağ



Türk düşünce dünyasına yönelik çalışmalarıyla tanınan değerli felsefeci Arslan Kaynardağ, 4 Haziran 2009’da aramızdan ayrılmıştı. Bir düşünce tarihçisi olarak Kaynardağ’ın Türkiye’de felsefî düşüncenin tarihine yönelik önemli çalışmaları bulunmaktadır. Başlıca felsefe kitapları şunlardır: Felsefecilerle Söyleşiler (1986), Türkiye’de Felsefenin Kurumlaşması ve Türk Felsefe Kurumu’nun Tarihi (1992), Kadın Felsefecilerimiz (1999), Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Felsefe (2002). Başka konulardaki eserleri ise, Binbir Bilmece (1958), Türkiye’de Shakespeare, Shakespeare’de Türkiye (1960), Kitap Yılı Bibliyografyası (1974), Sevgiler de Gündemdedir (şiirler-1979).


Felsefe yapmanın başlıca koşulunu, özerk bireylerin varolmasında gören Kaynardağ, felsefe alanındaki olayları ve sorunları ele alırken; bunları etkileyen ortamı (kültürel-siyasal açıdan) daima göz önünde bulundurması, bir bakıma onun felsefî düşüncenin sosyolojisini yaptığını da gösterir. Kendi deyimiyle, “felsefe için, felsefe yapmak için, her şeyden önemlisi, düşünce özgürlüğüdür, bunu sağlayan ortamdır.”


Tanzimat dönemi yazar ve düşünürlerinin ilgisinin aydınlanmacı filozoflara, pozitivizme ve Alman İdealizmine yöneldiğini belirten Kaynardağ’a göre Cumhuriyet döneminin başlangıçlarında, özellikle pragmacı felsefe, Bergsoncu felsefe ve diyalektik maddeciliğe ilgi duyulmasının temel nedeni, Türk aydınlarının “geri kalmışlığın nedenlerini Doğu’nun soyut kavramlarıyla gizemci ve metafizik etkilerinde” bulmasından kaynaklanır. Cumhuriyet’le birlikte yapılan devrimlerin ve değişmelerin, Batıya yönelik bir dünya görüşünün ışığında gerçekleştirilmeye çalışılması, hiç şüphesiz düşünce dünyasını da etkilemiştir.



Kaynardağ, Türkiye’nin içinden geçtiği sosyal-siyasal ve kültürel süreçlerin düşünce ortamı ve felsefe eğitimi üzerinde önemli etkileri olduğunu belirtir. Kimi dönemlerde kitap sevgisi ve felsefe ilgisi köreltilmeye çalışılmış, sonuçta düşünce ve kültür yaşamı üstüne karanlık çökmüştür. Kaynardağ’ın 1993’te, Cumhuriyet’in 70. yılındaki saptama ve değerlendirmeleri şöyledir: “Bu süre içinde felsefenin ve felsefecilerin epeyce yol aldığını söyleyebiliriz. Yapılacak işler bitmez, bitmeyecektir. Daha çok çaba gerekiyor. Cumhuriyetimiz çok önemli bir kuruluştur. Bu kuruluştaki kültür ve felsefe varlığının daha zengin olması gerekir. Başta felsefeciler olmak üzere, üniversiteler, eğitimciler, kültür adamları, kurumlar, felsefenin özgün ürünler vermesi için çaba göstermeli, özendirici olmalıyız. Eleştiri ve özeleştiri yapmalıyız. Felsefeyi felsefe olarak kendi bağımsız alanında geliştirdiğimiz gibi, onu eğitim, kültür ve politikanın başlıca yol göstericisi durumuna da getirmeliyiz.”


Kaynardağ’ın felsefe dünyamıza yönelik yaptığı eleştiri, öneri ve değerlendirmeleri de büyük önem taşımaktadır. Bizdeki felsefî düşüncelerin çoğunlukla lanse edilmiş düşünceler olarak görüldüğünü belirten Kaynardağ’a göre, “Türk felsefesi, özgün felsefe üretmeye başlayamadığı gibi, kendine lanse edilen felsefeleri de eleştirememiştir. Burada iki sorun ortaya çıkıyor: özgün felsefe yapmak ve eleştirebilmek. Bunlar özgürlüğe bağlı şeylerdir. Birey, özgür olmalı, baskılardan uzak ve rahat düşünce üretebilmelidir. Bu özgürlük, kimi zaman ele geçtiyse de, çoğu zaman Türk aydınının elinden alınmıştır. Türk aydını özgürlüğünü bir gün yaratacaktır.”
Felsefenin temel koşulunun “eleştiri” olduğunun vurgulayan Kaynardağ’a göre, “Türkiye’de aydının, kendisine lanse edilen, dışardan gelen felsefî görüşleri eleştirmesi, buna katkılarda bulunması, yeni düşünceler üretmesi şarttır.”


Felsefi düşünceyi hem tarihsel boyutlarıyla hem de güncel sosyo-kültürel oluşumlarla ilişki içinde ele alan Kaynardağ, yine son yıllarda “medya” konusunun oldukça önem kazandığına dikkati çeker. Bu konu, Onun deyimiyle, “Sosyologları, iletişimcileri olduğu kadar felsefecileri de ilgilendiriyor. Bugün insanlık, medyanın olumsuz tutumları yüzünden bir kültür çıkmazında bulunuyor.(...) Medya gibi, bireyi ilgilendiren yaşamsal bir konudan felsefe ve felsefeciler uzak kalamaz. Onu ‘sorun’ olarak ele almaları, sorgulamaları gerekir.”



Düşünce tarihimize yönelirken, iddialı bir bibliyografyacı olarak değil, daha çok meraklı bir felsefeci olarak çalıştığını belirten Kaynardağ, düşünce tarihini göz ardı etmeme konusunda düşünürlerimize bazı çağrılarda bulunur. Çünkü felsefî düşüncenin gelişimi, özgün düşünceler üretilmesi, büyük ölçüde geçmişten günümüze kadar gelen süreç içinde yapılan çalışmaların değerlendirilmesine de bağlıdır.


Başka bir deyişle felsefe, kendi tarihinden ve geçmişinden kopuk olarak gelişemez ve etkinlik gösteremez. Türkiye’de felsefenin önünü açmak, yolunu genişletmek ve yolda yürümek için, geçmişteki başarıların ve başarısızlıkların incelenmesi konusunda Kaynardağ şunları söyler: “Eleştiri ortamı ve özgürlük sağlanırsa, Türk aydını da çalışmalarını yapacak ve dünya felsefesine katkıda bulunacaktır. Ben durumu böyle görüyorum. Şimdiye kadar olanlar, aydınlanma, kültür aktarılması ve yöntem öğrenilmesi şeklinde ele alınırsa yine de yararlı olmuştur. Bu birikimi, bir sıçrama yaparak değerlendirmek, bunlara özgün bir nitelik vermek, bundan sonraki iş olabilir. Birtakım çalışmalar olmuştur, bunları değerlendirmek, Türk düşünüş tarihinde özgün çalışmalar varsa bunları ortaya çıkarmak, yine bize düşüyor. İdealizmden, pozitivizme kadar bizde hangi çalışmalar, hangi katkılar var, ele alınmalıdır. Hocamız Takiyettin Mengüşoğlu’nun felsefî antropolojiye bir katkısı var mıdır? Hilmi Ziya Ülken’in düşünce tarihimiz konusundaki çalışmalarının önemi nedir? Nusret Hızır bilimsel felsefede ne yapmıştır? Böyle sorular ve daha niceleri üstünde araştırma yapılabilir.”


Kaynardağ’ın çalışmaları bize, felsefî düşüncenin Cumhuriyet öncesinden günümüze kadar hangi aşamalardan, hangi yollardan geçerek geldiğini görme olanağını sunmakta, bu konudaki yeni çalışmalar için zengin bir malzeme ve ipuçları sağlamaktadır. Onun değişik yerlerde yayınlanmış ama kitaplarda yer almamış yazılarının ve konuşmalarının da kitap haline getirilmesi, kültür ve düşünce tarihimiz açısından çok yararlı olacaktır.


Not:.Arslan Kaynardağ ve çalışmaları hakkında daha kapsamlı bilgi için şu kitaba başvurulabilir: Arslan Kaynardağ’a Armağan-Türkiye’de Felsefenin Kurumlaşması, Yayına Hazırlayan. Mustafa Günay, İlya İzmir Yayınları, 2006, İzmir.


Bu yazı Cumhuriyet Kitap dergisinin 4 Haziran 2009 tarihli 1007 nolu sayısında yayınlanmıştır.

· Yrd. Doç. Dr. Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, mgunay@cu.edu.tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk yazın ve düşünce tarihinde ütopya

TÜRK YAZIN VE DÜŞÜNCE TARİHİNDE ÜTOPYA * ARSLAN KAYNARDAĞ Ünlü düşünür Thomas More İngiliz toplumunu eleştirmek için l644'te Ütopya adında bir kitap yazdı. Bir ada ve orada yaşayan insanları hayal edi­yordu. Bu mutlu toplumun temel özelliği eşitlik­ti. Herkes doğanın nimetlerinden, emeğin ürün­lerinden eşit pay alıyordu. Yunanca'dan türetilen "ütopya", iyi ülke anlamına geldiği gibi, "yok ülke" anlamına da gelmektedir, Yazar böylece ta­sarladığı olağanüstü toplumun gerçek değil, düş olduğunu anlatmak istemişti. Ütopya türüne giren yapıtlarda, eşitlik kadar bilime, bili­min sağladığı ilerlemeye de önem verilir. Bu nedenle 19. yüz­yılda gördüğümüz örneklerde "ütopya" ve "bilimkurgu" özel­likleri iç içe girmeye başlar. Çeşitli zamanlarda yazılmış ütopya kitaplarının temel özellikleri, bir düş toplumundan söz etmeleri, günün toplu­munu eleştirmeleri, eşitliği ve özgürlüğü savunmalarıdır. Bunlar, başta bilim ve ilerleme olmak üzere, halkın kim

Uğur Pişmanlık'ın yazısı: Felsefenin Dingin Sesi

FELSEFENİN DİNGİN SESİ: ARSLAN KAYNARDAĞ Uğur Pişmanlık Bir İsim: İlk Okuma… Felsefeye ilgi duymaktan öte, siyaset ile tanıştığım ilk gençlik yıllarında, siyaset yapmanın ve bir o kadar da dünyayı anlamanın bir yolu olarak felsefenin önemini öğrenmiştik. Özellikle sosyalist siyaset yapmak demek, sadece siyaset yapmak demek değil, siyaset yapmanın tarih, ekonomi, edebiyat ve felsefe bilmek anlamına geldiğini öğrenmiştim. Marx-Engel-Lenin ile Aristoteles, Platon, Sokrates gibi tanıdığımız isimler dışında Orhan Hançerlioğlu, Georges Politseire gibi o zaman ilk bildiğimiz isimlerdi. Bu alanda başka düşünürleri tanımak ise, okudukça ve araştırdıkça karşımıza çıkacaktı. Öyle de oldu ve okudukça Nermi Uygur’u, Aziz Çalışlar’ı, Afşar Timuçin’i ve Arslan Kaynardağ’ı tandık. Arslan Kaynardağ’ı ilk kez 1985-1991 yılları arasında “d” Yayınlarının çıkarttığı Felsefe Dergisi’ndeki yazılarıyla tanıdım. O yıllarda ben Felsefe Dergisi’nin Tarsus temsilcisi gibi çalışıyordum. Bana derginin her yeni sayı
Elif Kitabevinde... Doğan HIZLAN dhizlan@hurriyet.com.tr Felsefeyi seven ve sevdiren adam ÜNİVERSİTE yıllarımın unutamadığım kişiliklerinden biri de ebediyete uğurladığımız felsefeci Arslan Kaynardağ’dır (1923-2008). O da bildiklerini, inandıklarını söyleyen, yazan, bunun bedelini de yakınmadan ödeyen kuşaktandı.Ben tanıdığımda, Sahaflar Çarşısı’nda bir kitap sergisi vardı, yanlış anımsamıyorsam büyük bir masa üstünde kitapları sergilerdi. Sonraları bir dükkán kiraladı, Elif Kitabevi’ni açtı. Yaşamının ayrıntısını Zuhal Köseoğlu’nun Bir Felsefe Áşığıyla Candan Bir Söyleşisi’nde bulabilirsiniz.Ben okuduklarımın bir bölümünü kütüphaneci dostlarıma, bir bölümünü de iyi, bilgili kitapçılara borçluyum. Arslan Kaynardağ, bu tür bir kitapçıydı. Ama o yazardı. Gittiğimizde bize kitap tavsiye eder, neyi niçin okumamız gerektiği konusunda bizi aydınlatırdı. Ondan aldığım ilk kitap, Will Durant’ın The Story of Philosophy’siydi. Bir yılbaşı gecesini o kitabın bana